“YA BU SINAVDA BAŞARILI OLAMAZSAM”
Sekizinci sınıf öğrencisi olan Sıla’nın yaklaşık bir yıldır devam eden mide ağrıları, bulantıları vardı. Görüştükleri dahiliye uzmanı gerekli tüm tetkikleri yapmış, gastrit tanısı koymuş ve buna yönelik tedavi uygulamıştı. Ama bu tedaviden sonra da yakınmaları devam etmişti. Midesi ağrıyacak ya da bulanacak diye yemek yemekten de kaçınır olduğu için kilo kaybediyordu. Bunun üzerine dahiliye uzmanı sorunun stresle de bağlantılı olabileceğini söyleyerek bir de psikiyatristle görüşmelerini önermişti. Sıla’nın doktor olan anne ve babası önce bu öneriye pek sıcak bakmamışlar, çocuklarının psikolojik olarak bir sıkıntısının olabileceğine inanmamışlardı. Ama ertesi gün deneme sınavının olduğu bir gece Sıla uyuyamamış ve ağlayarak ailesine sınavlarla ilgili kaygılarını ilk kez paylaşmıştı. Hemen her sınavdan önce “Ya yeterince iyi yapamazsam, ya çok fazla yanlışım çıkarsa” düşünceleri ortaya çıkıyor ve bu düşüncelerle birlikte mide ağrıları başlıyordu. Bunu üzerine anne ve babası bir uzmandan yardım almaya karar vermişlerdi. Sıla sorumluluklarını bilen, yerine getiren, kurallara uyan, titiz hatta mükemmeliyetçi bir çocuktu. Anne ve babasını üzmemek için yaşadığını kaygıyı onlarla daha önce paylaşmamıştı.
Sıla ile mide yakınmalarının takvimini oluşturduğumuzda bu yakınmaların sınavlarla ilişkisi net bir şekilde ortaya çıkıyordu. Mide bulantısı ve ağrıları ilk kez yedinci sınıfın sonunda öğretmenlerinin “Seneye sekizinci sınıf olacaksınız, önünüzde çok önemli bir sınav var, çok daha fazla çalışmalı ve başarılı olmak için elinizden gelenin fazlasını yapmalısınız.” uyarıları ile başlamıştı. Yaz tatilinin başındaydı, dinlenebilir, arkadaşlarıyla birlikte eğlenebilirdi. Ama ne zaman boş kalsa aklına “Seneye çok zor olacak, ya başaramazsam” düşünceleri takılıyor ve huzursuz hissediyordu. Sekizinci sınıfın başında kaygısı daha da artmıştı, ne zaman test çözmeye çalışsa midesi de ağrımaya başlıyor ve bir türlü arzu ettiği gibi çalışamıyordu. Çalışamamak onun sıkıntısını ve başaramama korkusunu daha arttırıyordu. Deneme sınavlarından önceki gecelerde uyuyamıyor, sınavlar sırasında da midesi bulanıyor ve bir türlü aklını toplayamıyordu. Başarılı olmanın kendisi için ne ifade ettiğini sorduğumda Sıla’nın yanıtı “Çünkü bu sınavlar benim geleceğimi belirleyecek. Başarılı olamazsam iyi bir lise kazanamam. İyi bir lise kazanamazsam üniversitede istediğim yere giremem. Ben de annem ve babam gibi başarılı bir doktor olmak istiyorum. Tüm hayallerim bu sınava bağlı” şeklindeydi. Aslında anne ve babası ona çok çalışması ve sınavlarda başarılı olması için hiçbir zaman baskı yapmamışlar sadece sekizinci sınıfın başında ona bu sınavların ne kadar önemli olduğunu anlatmışlardı. Bu konuşma Sıla’nın aklından hiç çıkmıyor, ona sürekli anne ve babasının ondan çok başarılı olmasını beklediklerini düşündürüyordu. Bu düşünceler giderek yoğunlaşmış ve “Mutlaka başarılı olmalıyım” saplantısına neden olmuştu.
Sıla sınavla ilgili kaygıları dışında dışa dönük, becerikli, sosyal bir çocuktu. Okuldaki etkinliklerde görev almayı sever ve başarıyla yürütürdü. Öğretmenleri tarafından örnek bir öğrenci olarak gösteriliyordu. Tüm bunlar anne ve babasına Sıla’nın mutlu ve huzurlu bir çocuk olduğunu düşündürmüştü. Aile ortamları da huzurluydu, bir sorunları yoktu. Görüşmenin bu noktasında Sıla annesinin sözünü keserek “Çok çalışmak dışında! Çok çalışmak dışında bir sorunumuz yok diyebiliriz” eklemesini yaptı. Annesi ve babası hep çok çalışıyorlardı, gündüz yoğun iş temposundan sonra akşamları mutlaka okunacak makaleleri, yazılacak yazıları olurdu. Yemek saatleri dışında bir araya gelip sohbet edecek zamanları olmazdı. “Sohbet etmeye zamanınız olduğunda ailenizde en çok neler konuşulur?” sorusunu önce anne yanıtladı. Bir arada oldukları zamanlarda en çok gelecekle ilgili planlarından hedeflerinden söz ediyorlardı. Babası yeni profesör olmuştu annesi de doçentlik sınavına hazırlanıyordu. Duyguları paylaşma noktasında ise babası söze devam etti. Eşini ve kızını kendi sıkıntılarıyla üzmemesi gerektiğine inandığı için duygularını paylaşmıyordu. Annesi ise mükemmeliyetçi bir kişiydi, herhangi bir konuda başarısız olmak onun için kabul edilemezdi. Bu nedenle gerek evde gerekse iş yerinde kendisine aşırı yükleniyor, birlikte keyifli bir şeyler yapabilmek için hiç zamanları olmuyordu. Ailesi Sıla’ya sorumluluk alma, çok çalışma, başarılı olma ve mükemmeliyetçilik konusunda farkında olmadan fazlasıyla örnek olmuşlardı. Sıla’ya hiçbir zaman “çok çalış, başarılı ol” dememişler ama kendi yaşam şekilleri ve yaşama bakışlarıyla bunun gerekli olduğu mesajını vermişlerdi. Başarısız olursa ailesini hayal kırıklığına uğratacağı düşünceleri Sıla’nın sınav kaygısını rahatsızlık boyutuna ulaştırmıştı.
Sıla ile sınav kaygısı konusunda bilişsel davranışçı terapi planlanırken anne ve babası da kendileri ve Sıla için keyifli bir şeyler yapmak üzere zaman ayırmaya, sadece gelecek planlarını değil, yaşadıkları günü, iyi kötü yanlarıyla, hataları ve eksiklikleriyle birlikte paylaşmaya başladılar. Terapi süreci oldukça hızlı ilerledi, Sıla’nın sınav kaygısı ve mide yakınmaları tamamen düzeldi.
SINAV KAYGISI TEDAVİSİ
Yaklaşan bir sınav için heyecanlanmak, sınav sırasında başarılı olamama korkusu yaşamak kaçınılmazdır. Öğrencilerin çoğu sınavlarla ilgili gerginlik ve heyecan yaşayabilmektedirler. Bu kaygı sınava hazırlanabilmek ve motive olabilmek için bir anlamda gerekli bir duygudur. Hissedilen kaygının aşırı boyutlara ulaşması, sınav başarısını önemli derecede etkilemesi, kaygıyla bağlantılı fizyolojik belirtilerin yaşamı etkilemesi durumunda patolojik sınav kaygısından söz edilir.
Sınav kaygısının zihinsel, duygusal, fizyolojik belirtileri vardır. Zihinsel belirtiler, sınav kaygısını tetikleyen düşüncelerden oluşmaktadır. Bunlar Sıla’nın da söz ettiği gibi sınav öncesinde ve sınav sırasında bir türlü akıldan çıkarılamayan “Yapamayacağım, her şey kötü gidecek, ailemi hayal kırıklığına uğratacağım” şeklindeki düşüncelerdir. Bu olumsuz düşünceler dikkati toplayamama, bilgileri hatırlayamama, düşüncelerde dağınıklığa neden olur ve zaten beklenen olumsuz gidiş yaşanmaya başlanır. Çözülemeyen her sorudan sonra panik giderek artar ve çarpıntı, terleme, ateş basması, yüz kızarması, göğüste sıkışma, mide bulantısı, idrara çıkma ihtiyacı gibi fizyolojik belirtiler ortaya çıkar. Bazen bu belirtiler sınavı bırakıp çıkmaya kadar ulaşabilir.
Sınav kaygısının en önemli nedenleri arasında sınavlara aşırı önem vermek ve yüksek başarı beklentileri gelir. Ülkemizin sınavlara dayalı eğitim sistemi aileleri, öğretmenleri, okul idarecilerini sadece sınav başarısına odaklı bir hale getirmiştir. Aileler çocuklarından okulda başarılı olmalarını bekliyorlar. Öğretmenler sınıflarının okulun en başarılı sınıfı olmasını hedefliyor. Okullar en başarılı okullar sıralamasında en önlerde olabilmek için yarışıyor. Bunu sağlayabilmek için de dersler bittikten sonra okulda devam eden etütler, hafta sonu ek dersler, dershaneler, özel öğretmenler, daha çok sınav, daha çok test, daha çok ödev devreye giriyor. Tüm bu mücadelenin ürünü ise eğitimden soğumuş, bilgileri sadece sınav için zihninde depolamayı öğrenmiş ama iki kelimeyi yan yana getirip düşüncelerini anlatamayan, şıkları görmeden çözümü bulamayan öğrenciler. Öte yandan sınav ve başarı odaklı bu sistemin diğer bir olumsuz yönü de öğrencilerin üzerinde hissettikleri baskı ve başarısız olma korkusudur. Başarılı olma motivasyonu yüksek olan Sıla gibi bazı öğrenciler bu yarışı bir ölüm kalım savaşı gibi görmekteler. Ailelerinden ve öğretmenlerinden sınavlarda başarılı olmanın, iyi bir okulu kazanmanın gelecekleri için ne kadar önemli olduğunu duya duya tek bir sınavın onların geleceğini çizeceğine inanıyorlar. Bu sistem içinde pek çok öğrencide patolojik boyutlarda sınav kaygısı oluşması kaçınılmaz.
Pek çok öğrencinin liseye ve üniversiteye geçiş sınavlarına gireceği mayıs haziran ayları yaklaştıkça sınav kaygısı ile ilgili başvuruların sayısı artıyor. Sınav kaygısı ile mücadelenin ilk basamağı ise önlemektir. Öncelikle ailelerin, öğretmenlerin, okul idarecilerinin -çocukları motive etmek için söylenmiş olsa bile- bu sınavın çocukların geleceği için ne kadar önemli olduğunu abartılı bir şekilde vurgulamaktan vazgeçmeleri gerekmektedir. Bu söylem düzenli çalışma alışkanlığını zaten edinememiş olan öğrenciler için işe yaramadığı gibi düzenli çalışanların da aşırı kaygılanmalarına neden olmaktadır.
Sınav kaygısı olan çocuk ve gençlerle çalışılırken ilk adım kaygı bozukluklarının doğası ve tedavi süreci hakkında eğitim vermektir. Kaygı ile bağlantılı olan yaşam olaylarını ve düşünceleri ortaya koyabilmek için kaygı takvimi hazırlanır. Bu takvimde kişi kaygı hissettiği anda neler yaptığını, aklından hangi düşüncelerin geçtiğini, kaygının düzeyini, süresini, varsa oluşan fizyolojik belirtileri kaydeder. Sıla’nın kaygı takvimine birlikte göz attığımızda yakınmalarının sınav ve sınavda başarısız olma düşünceleri ile bağlantılı olduğu ortaya çıktı. Bu noktada aklına gelen tüm olumsuz düşüncelerin listesini yaptık. “Bu sınav benim geleceğimi belirleyecek, mutlaka başarılı olmalıyım, başarısız olursam ailem hayal kırıklığı yaşar, ben hayallerime ulaşamamam” türünden tüm düşünceler tek tek ürezinde konuşularak irdelendi ve daha gerçekçi bir zemine oturtuldu. Daha sonra sınavla ilgili aklına gelen olumsuz senaryolar konuşuldu. “Ya bu sınavda da midem bulanırsa, ya kusarsam, ya aklıma hiçbir şey gelmezse, ya sınavım çok kötü geçerse” gibi pek çok olumsuz senaryosu olduğu ortaya çıktı. Olumsuz senaryoların kaygıyı nasıl arttırdığı seans sırasında hayal kurma tekniği ile gösterildi. Bu senaryoların zihninin onu uyarmak için otomatik olarak oluşturduğu düşüncelerden ibaret olduğu ve sadece bir senaryo olduklarını hatırlamanın kaygıyı azaltabileceği konuşuldu. Oluşabilecek fizyolojik belirtilerle baş edebilmesi için gevşeme teknikleri, nefes egzersizleri öğretildi. Bu öğrendiklerini deneme sınavlarında uygulamayı denedi ve kaygıyı oluşturan olumsuz düşünceleri ile arasına mesafe koymayı başarmaya başladığında kaygısı daha kontrol edilebilir bir boyuta ulaştı.
Çocukluklarda ve gençlerde sınav kaygısı bireysel olarak uygulanan bilişsel davranışçı terapi ve aile eğitimi ile etkin biçimde tedavi edilebilmektedir. Ancak başlangıçtan itibaren çok yoğun ve belirgin işlev bozukluğuna neden olan ve uygun terapötik yaklaşımlarla çözümlenemeyen kaygı bozukluklarında ilaç tedavisi de uygulanabilir.